fka blog journal of programming studies

To be a community, or not to be a community, that is the question.

Shakespeare’in ünlü sözü, Türkçesi: “olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu”.

Bütün mesele:

Türkiye’de herkes hesap adamı. Birisine maaşınızı söylerseniz, size kaç ayda ev alabileceğinizi, paranızı ne yaparsanız daha iyi para getireceğini devamına ekler. Gittiğiniz bir tiyatroda, devletin sadece o seanstan kaç para kazandığını hesaplayan bir ton adam bulursunuz: Bilet x Kişi Sayısı x Gün. Diğer milletleri ve Türkiye’de insanların nasıl bir travma sonrası hesap insanı olduğunu bilemiyorum, fakat bütün mesele bu.

Ruh

Jstanbul’u Burak Yiğit Kaya, Fatih Acet, Yasin Yaman, Emre Evren Yalçın başta olmak üzere sonradan katılan bir çok kişi düzenlemeye kalktığımızda, çok amatör bir ruhla girdik bu işe. Yurtdışındaki konferansların nasıl işlediğini araştırıp edip, yoğun bir çalışma sonrası, neredeyse hiç yüz yüze gelmeden (Burak ile konferans’tan bir gün önce yüzyüze görüştük) bu işi organize etmekten önce, kendi içimizde organize olabilmeyi başardık. Bu zaten her şeyin ruhu, anayasası. Türkiye’de topluluk olmak, işte bu kadar kolay.

Etkinlikler

İşin büyük bölümü sonradan, topluluk olarak bir şeyler yapmak istediğinizde başlıyor. İyi bir konferans düzenlemek istiyorsanız, yurtdışından getirmek istediğiniz her konuşmacı için, büyük uçak masrafları, otel ücretleri ile yüzleşiyorsunuz, doğal bir süreç olarak. ABD’den gelen bir konuk konuşmacı için sadece yol parası, gidiş ve geliş toplam yaklaşık 3500 TL gibi bir rakamı gözden çıkarmanız gerekiyor. Buna otel, taşıma, yeme içme masrafları da eklenince bu ücret 5000 TL’yi buluyor. Bu hesap Avrupa’dan gelecek konuk konuşmacılar için ise yaklaşık 3000 TL. En azından 2012 Temmuz ayında durum bu idi, şimdi nedir bilemiyorum.

Gördüğünüz gibi, bir organizasyon firması olmadığım için açıklıkla bunları söyledim. Zaten bana soran herkese de bu işin tüm süreçlerini açıklıkla anlatıyorum.

İş burada bitmiyor. Yapmanız gereken çok şey var, daha afiş, yaka kartı, vs. gibi eşantiyon işler tasarlatacaksınız, ve bunları bastıracaksınız. Tüm bunları hesapladığınız zaman işin içinden o kadar kolay sıyrılamayacağınızı o amatör ruhunuza anlatmanız gerek. Fakat pes etmek yok tabii ki.

Tüm bu saydığım şeyler işin içine girince çok büyük bir bütçe ile yüzyüze kalıyorsunuz. Ve bu bütçeyi aşmak için çok bilindik bir yöntem var: Sponsorlar.

2. Maddi Sponsorlar

(Önce sponsorluk işinin ikinci bölümünü anlatacağım, sonra birinci bölüm.)

“Sponsor olmak” günümüzde “bir işin gerçekleşmesi için ona destek vermek” anlamında kullanılıyor. Bu desteği verene de “sponsor” deniyor. Tabii söz ile destek olmaya “aslanım sen yaparsın” diyene de sponsor diyebiliyoruz, çünkü bu fiili yerine getiriyorlar aslında.

Ve tabii maddi sponsorluk; bu bizim için en gerekli olan sponsorluk türü. Bu sponsorlar yapacağınız etkinlikte güdülen amaca değil, daha çok sizin katılımcılarınıza yaptığınız reklam tarafına bakıyorlar. Bu durumda öncelikle daha önceden organizasyonlara sponsor olmuş şirketlerle iletişime geçmeniz en mantıklı yöntem. Çünkü muhtemelen bir geri dönüş alacaksınız.

Şirket sizden “sponsorluk dosyası” istiyor. Siz de “o nedir” diye bakıp kalıyorsunuz. Sonradan öğreniyorsunuz ki; sponsorluk dosyası, etkinliğinizin fiyat listesiymiş. Giriş kısmında etkinliğinizi översiniz, sonra neden sponsor olmaları gerektiğini açıklayan şeyler söyleyip, fiyatları yazarsınız. Onlar da yaptığınız etkinlik için sponsor olmanın kendi taraflarında ne gibi bir reklam getirisi olacak, bunu araştırırlar; kabul ederler veya etmezler. Ve sizden kabul ettikleri sponsorluk için ödeyecekleri para karşılığında fatura isterler. Başta amatör ruhla başladığımız iş nasıl oldu da “fiyat listesi”ne döndü diye, bakıp kalırsınız. Artık istemeyerek de olsa, topluluk olarak ticaretin içindesinizdir.

Sponsorluklar ayarlanır, sponsorlara sağdan soldan bildik firmalardan fatura kesip anlaşırsınız, sözleşme hazırlayıp imzalarsınız, belli bir tarihte paranızı alıp tüm masrafları bu paradan giderirsiniz.

1. Mekan Sponsoru

(Gelelim birinci bölüme.)

Etkinliği düzenlemek için genişçe bir alana ihtiyacınız var. İnsanları çağıracaksınız, oraya gelecekler ve konferansınızı dinleyecekler. Fakat insanların kolay erişebileceği bir yer olması için gayret etmelisiniz. Dolayısıyla bu işe başladığınızda belli bir liste çıkarırsınız. Her biriyle iletişime geçersiniz.

Mekan: Şirketler

Şirketler, toplanmak için güzel mekanlar sunabiliyor. Fakat topluluğunuz non-profit ve eğer şirket için anlam ifade etmiyorsa unutun. Kaldı ki çoğu iletişim denemenize cevap dahi alamayacaksınız.

Mekan: Ücretli Konferans Salonları (Otel, vs.)

Daha yurtdışından adam getiremiyorsunuz, neyin parası ile tutacaksınız? Eğer etkinliği paralı yaparsanız, belki karşılarsınız fakat non-profit bir topluluk olduğunuz zaman, eğer ücret koyarsanız insanları non-profit olmadığınıza ikna etmek zor. Üstelik Türkiye’de yazılım sektörü ve geliştiriciler için pek de uygun bir ortam olmuyor ücretli etkinlik.

Mekan: Üniversiteler

İletişime geçmek istediğinizde genellikle size geri dönüşü ilk yapacak olanlar, üniversite kulüpleridir. Bilgisayar mühendisliği kulübü, bilişim kulübü, bilgisayar kulübü, programlama kulübü vs. gibi kulüplerin ilk odağısınızdır. Çünkü hazır bir organizasyon var, ve yapmaları gereken tek şey buna ev sahipliği yapmak, topluluk topluluğun halinden anlıyor.

Üniversite kulüpleri sizi çok heyecanlandırır. Çünkü gerçekten sizin gibi düşünen süper insanlarla karşılaşırsınız. Jstanbul’u düzenlerken tanıştığım; Bahçeşehir Üniversitesi’nden Şan Güneş, Emir Karşıyakalı ve Onur Özüduru müthiş insanlar. Şan’ı ve Emir’i akşam çok alakasız saatlerde bile aradığımda bana dönüş yapıp ilgilendirler. Bahçeşehir BMK, müthiş pozitif bir kulüp, kendilerine ne kadar teşekkür etsem az. Ve tümü ayrıca yakın dostlarım.

Kulüplerden aldığınız bu heyecan, sizin yaptığınız işin çok daha güzel olacağını garantiler, büyük bir gaz verir. Ve bu gazla işe koyulursunuz.

Fakat, maalesef ki öğrenci kulübü demek üniversite demek değildir. Yani, kulüp ile görüşmeleriniz ne kadar iyi gitse de, üniversite bir karar aldı mı, kulübün de yapabileceği pek bir şey yoktur. Kulüp yoksa, siz de yoksunuz.

Bildiğiniz gibi, Jstanbul Topluluğu, Python Istanbul’dan Cihan Okyay ve Berker Peksağ önderliğinde bir konferans girişimi başlattı: JsPyConf. Bir çok üniversite kulübü başlattığımız mekan sponsorluğuna geri dönüş yaptı ve bizi mutlu ettiler.

Bu görüşmelerde bir kaç üniversite ile anlaştık. Fakat karşımıza bambaşka bir sorun çıktı:

Topluluk olarak non-profit değilmişiz.

Çünkü sponsorluktan para almamız, bu işi kara dökmemiz anlamına geliyormuş. Ve bizden fahiş ücretler talep etme hakkını üniversiteye doğuruyormuş.

Non-profit:

Bu kelimeyi çok kez kullandım. “Non-profit”, “yarar sağlamayan” demek. Yani “bu işten para kazanmıyoruz” diyorsunuz.

Bunun neresi “profit”?

Evet, büyük paralar dönüyor. Ama zaten bu paralar sadece ihtiyacımızı giderecek kadar. Ve üstelik, sponsorlar para vermek zorunda da değiller. Sadece isteklerinizi sağlayarak da sponsor olabilirler.

Trajikomedi

En başta bahsettiğim, “Ruh” kısmında işe nasıl amatörlükle girdiğimizi, fakat şimdi nasıl kendimizi büyük bir ticaretin ortasında bulduğumuzu özetledim. Ve bunun temel müsebbibi üniversiteler, maalesef.

Sektöre iyi bir şeyler yapmak istiyorsanız, öncelikle bunu sizden önce yapması gereken üniversiteleri buna ikna etmeniz gerekiyor. Ne kadar trajikomik. Ellerinin tersiyle iten, veya karşınıza fahiş bir fiyat listesi çıkaran üniversite biraz anlamsız gibi.

Sektöre destek vermek isteyen, varsa, üniversiteler öncelikle “destek olmak istemeliler”.

Sorular şunlar; bu manzarada kim sektörün gelişmesini istiyor? Kim profit, kim non-profit?

Sözü daha fazla uzatmayacağım, yorum sizin:

Türkiye’de topluluk olup bir şeyler yapmaya çalışmak ve destek alamamak mı? Yoksa hiç bir şey olmayıp işleri birilerinin yapmasını beklemek mi?

To be a community, or not to be a community, that is the question.

Sevgiler. Fatih Kadir Akın.